Ben çocukluğumdan beri sebze delisiyim. Sekiz kuşak İstanbullu olmama rağmen Ege yemekleri hep favorim. Piştikten sonra çiğ sızma zeytinyağı eklenmiş, mutlaka şeker konmuş, bol domatesli bir taze fasulye beni her zaman mutlu eder. Yaz ya da kış sebzesi fark etmez. Mevsiminde domates, en bol yediğim şey olabilir. Çocukken bile elma yerine domates yediğimi hatırlıyorum. Balkabağı sinkonta, enginar ve pancarın girdiği her şey, kabak sıyırma, siyez bulgurlu pırasa, bol yoğurtlu ıspanak, tüm otlar ve el açması otlu börekler varsa benden mutlusu yok. Et neredeyse hiç yemiyorum ve aramam. Ama canımın, damağımın çektiği, sebze yemeklerinden sonraya koyduğum kategori ise deniz ürünleri. Karnım çok acıkır da acelem de varsa, mutlaka ekşi mayalı bir dilim ekmek ve bir peynir çeşidi, iki kaşık yoğurt, erken hasat zeytinyağı yeterli olur.
Türkiye dünyanın en zengin ve şahane mutfaklarından birine sahip; o anlamda çok şanslıyız. Bazen şefleri takip ediyorum bazen de esnaf lokantalarında ağzımı açık bırakacak lezzetlerle karşılaşıyorum. Yer, mekan, yapan çok önemli değil; isim, fine dining aramıyorum. Temiz bir mekan ve damakta farklı tatlar bırakan lezzetli bir yemek yeterli oluyor. Bazen küçük bir kasabada, köyde. Ama Alaf, Deniz Temel; Neolokal, Maksut Aşkar; Seraf, Sinem Özler; OdUrla, Osman Sezener; Arkestra, Cenk Debensason ne yapsa yiyeceğim, çok beğendiğim, ismi ile bildiğim şeflerden birkaçı.
Ben çocukken annem sürekli çalıştığı ve beni de babaannem büyüttüğü için; onun yaptığı yemekler arasında en güzellerinden domatesli, patlıcanlı pilav ve kızartma vardı. Annem de hafta sonları mangal yakar, bize et pişirirdi. Pazarları evde mutlaka börek ve patates kızartması olurdu. Büyükbabamın kucağında, 4 yaşımda patatesleri maşa ile çevirdiğimi hatırlıyorum. Annemin çalışma hayatı yüzünden yemek yapmaya erken başladım. İlk yaptığım tatlı revaniydi ve çok güzel olmuştu. Her zaman en sevdiğim aktivitelerden biri yemek oldu ve bundan, Londra’da para bile kazandım. Oğlum doğduğundan bu yana da en büyük amaçlarımdan biri, onu doğru besleyebilmek. 16 yaşına girdi, Londra’da yaşıyor ama hâlâ her telefon konuşmamızda ne yediğini soruyorum. Yemeye, yedirmeye, pişirmeye çok düşkünüm. Lezzetsiz, yavan bir yemek ciddi moralimi bozar. Yemekle ilgili tüm eylemleri büyük bir keyif olarak görüyorum.
Izgara balık, taze fasulye, mantı ve sushi galiba en sevdiğim ama bir nevi birbirinden farklı yemekler. Hepsine farklı zamanlarda aşeriyorum. Bol yeşillikli salata ve balık, ekşi maya ekmeği üstüne avokadolu yumurta, sarımsaklı yoğurtlu mantı, etli taze fasulye, karnıyarık ve sushi, hatta sadece somon sashimi sevdiğim lezzetler…
Da Mario, hem klasik Etiler hem yeni açılan Bodrum şubesini severim. Bebek’te Lucca hâlâ iyi mutfağını koruyor. Tarabya’da Kıyı ve Rumelihisarı’nda İskele Balık favorilerim. İkon Happy Moon’s’un üç şubesine de kendi adımı taşıyan fit menüsünden dolayı giderim. Sushi Mori ve Miyabi Sushi’yi de severim. Yıllarca Papermoon, 29 ve Sunset’e de severek gittim ama son yıllarda o alışkanlığım azaldı. En son Michelin Rehberi’ne giren restoranların plaket teslim törenini sunarken birçok yeni mekanı da zihnime yazdım.
Ailece sık gittiğimiz Kıyı Balık’ta yemeğimin sonunda gelen çikolatalı sufle. Onu heyecanla beklerdim. Krema ve pudra şekeri ekleyerek keyifle yerdim. Bir de babamın Bebek Bademcisi’nden alıp eve getirdiği fıstık ezmesi ve her yerde sevdiğim ve hâlâ da favorim portakallı draje. Hep tatlı, şekerli lezzetler saydım ama Boşnak anne tarafımdan da evde açılan börek anılarımdaki güzel tatlar.