Restoran, otel, bar hiç farketmez; bir mekanı, personeli nasıl temsil ederse öyle kalır akıllarda... Sevgili ilişkisine benzetirim aralarındaki münasebeti. Garsonun eşidir ekmek kazandığı dükkan; onu sevmeli, saygı göstermeli ve korumalıdır. Ne yazıktır, öyleleri çıkıyor ki bazen, sanki zararını istiyor, gerekli itinayı göstermiyorlar. Aslında gereken tavırda olmamanın kendilerine de saygısızlık olduğunu farketmiyorlar. Sevmiyorlar herhalde ne bileyim!
Zorlu AVM içindeki mutfağı oldukça iyi olan bir restorandayız. Yemekler geldi. Tabaklar önümüzde. Arkadaşım bir dilim ekmek istedi. Yaklaşık 15 dakika geçerken 3 defa daha tekrar etti ricasını. Sonunda 'yemeğim soğudu, ekmek hala gelmedi!' isyanından sonra, garson 'şu elimdekileri bir yere koyup bakacağım!' diye bize çıkıştı. Yemeğin yanında bir de laf yedik afiyetle. Ekmek ise tabağın dibine yetişti.
Böyle sevme şekli de var...
Arnavutköy'de konumuzla alakasız bir balıkçıdan çıkmış araç bekliyoruz. Hava buz gibi 'iki adım atalım ısınırız' derken, 'Alexandra'nın önünde soluklanalım dedik. Yakasında 'Serkan Altın' yazdığı aklımda kalmış, bir garson çıktı dışarı. Isıtıcıyı açmak istedi üşüdüğümüzü görünce... Ben, içeri girmeyeceğimizi, yani o akşam müşterisi olmadığımızı söyledim. 'Olsun beyefendi, siz yine de üşümeyin, başka zaman ağırlarız!, deyince, işte dedim işte dükkanını seven adam. Tek cümle ile ilk fırsatta dükkanına gitmemizi sağlayacak personel.
Böyle sevme şekli de var...
Şimdi siz söyleyin; hangisini tercih edersiniz? İkisinde de yaklaşık olarak LEZZET aynı. Ama birinde gördüğünüz saygı orada olma isteği uyandırıyor, diğerindense kaçmak arzusundasınız. Garson arkadaşlar; dükkanınız sizin sevgilileriniz. İyi muamele edin insanlara, siz kazanırsınız. Yoksa; ne kadar ekmek, o kadar köfte...